30 Ocak 2010 Cumartesi

Halet-i ruhiye..

 

(yine.kendi.omzuna.yaslan.)


alnıma değiyor ellerim..ellerimin ölü soğukluğu,alnımdaki ateşle çarpışıyor..öne eğdiğim başımdan,alnıma doğru gözyaşlarım akıyor ve saçlarıma karışıyor..yön veremiyorum onlara,kontrolsüzler..sezen bağırıyor bir yandan,seni anlıyorum dercesine: ''kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer,her gece.. yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa,koynuna..olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık,her şeye..anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan..kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış, kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan..
içindeki çocuğa sarıl,sana insanı anlatır.''
içimdeki çocuk?artık onu tanıyamıyorum. başka bir şarkısında da söylediği gibi ''ne gemiler yaktım,o kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım,ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım..''
evet. farkında olmadan kendimden uzaklaşıyordum. ''ben'' diye tarif ettiğim şey, ''ben''liğinden ayrı yoldaydı.
yolları kesiştirmek en zor olanı.kendine hükmedebilmek.
bir an için,andan soyutlanmak istiyorum.hayır,zamanı durdurmak değil kastettiğim.sadece bastırılmışlıklarımdan sıyrılmak,mümkünse düz bir ovada, yön ya da son-baş olmadan yürümek istiyorum. denizi seyretmek ya da dalgalar da dindirmiyor artık ruhumu.denizden çok,karaya ayak basmak istiyorlar,yoruldular.

düşlerin düş olarak kalması gerektiğini,onların böyle güzel olduklarını,düşlerin gerçek olursa acıtacaklarını biliyorlar.
bitmemesi için başlamıyor,susmaması için konuşmuyor,dirilmemek için ölmeye yatmıyorlar.
her gün yeni bir başlangıçtır kimilerine göre.kimilerine göreyse tekdüzeliğin getirdiği  yeni bir ölüm.tarafsızları oynayanların mıknatısların çekim güçlerine kapılmaları gibi yaşananlar...
oysa rüzgarla savaşanlar bilirler.
rüzgara kendini bir kere kaptırman demek,yenilmen demektir.
her zaman başın dik olmalı,rüzgara en keskin bakışlarını fırlatabilmeli ve sana yaklaşmasını iradenle önleyebilmelisindir,başını önünde eğmemelisindir.bir kere yenilirsen,düşersen, kalkman çok zamanını alır.
uzun yolculuklara çıkman,bin bir zorlukla tırmandığın yamaçları tekrar tırmanman gerekir.
hayat da insanlar gibi nankör ve hata kaldırmıyor...
ve oturup üzülmek hiç bir şey getirmiyor.ve asıl hata,hayatın bir şeyler getirmesini beklemek.hayatın sürprizini kaçırmak...tadını bozmak...

kendi kendime hayatın tadını bozuyorum..sonradan yine,kendi kendime hayata anlam katmaya uğraşıyorum..
şebnem'in tabiriyle, umut doğurmak için,hayatla sevişiyorum...
bilmiyorum,belki de hüzün kovan kuşu'nu çağıran o adam gibi kendi etrafımda dönmeli,zamanı ve insanları unutup kendi dünyama sığınmalıyım..
ya da unutulmalı,beklenmeyen bir zamanda,beklenmeyen insan* olarak yeniden ortaya çıkmalıyım..
kabuğum sıcak..içerde kalırsam tekrar büyür ve belki tekrar yeşeririm...ve belki bir gün tekrar maviye kavuşur,düşlerime yol veririm...
her şey,çok uzak.

25 Ocak 2010 Pazartesi

suratıbüzüşesiceler

alfa nın altına bi burger king daha açılmış.
Uğur Mumcu anılıyormuş.
mango da indirim varmış..
demet akalın evlenmiş.
işçiler grevdelermiş.
işsizler ordusu büyüyormuş.
sürüngenler ordusundan n'aber?.)

10 Ocak 2010 Pazar

kebap içinde lahmacun gibi bi şey.

tükenen sensin aslında,
yalnızsın artık oyunda.
son pişmanlık fayda etmez,azrailin makamında...

gripin in bi' şarkısından 3 dize.
zamana karşı eriyen insan portresini anlatıyor. Peki yok mu zamana karşı erimeyen,daha da gençleşen, ruhu büzüşmeyip aksine taşlaşan insan türü?
bunu niye sorduğumu söyleyeyim.
mazoşistlik olarak nitelendirilmesin,acıya kötü bir şeydir diyememem daha iyi hissetttirmesinden.
hani,herhangi bir şey çok fazla üzemiyor artık. dakikalar sonrasında şarkılar yazdığımı görüyorum.
Kendini pek fazla seven mazoşist,mutlu,gergin bi' birey portresi çiziyorum şu günlerde. böyle olması da iyi aslında.gerçekleri çok az yansıtıyor,yaşadıklarıma bakılırsa çok mutlu olmamam gerekir.
sahte insanlar, 10yüzlüler çepeçevre kuşatmışken etrafımı..ben haala bi durun bi nefes alayım diyorum...
mutluyum işte,her şeye rağmen,hadi renginiz atsın! diyebiliyorum.
ama bunlardan başka, onları üzmeden,
aşkımın dediği gibi, ''öyle şeyler söyleyebilmek isterdim ki ,anlatabilmek..her kelimesi seni çeksin saklasın bi yerlerde deriiinn,,oof..'' diyebilmek de istiyorum. saklasın seni bi yerlerde, uzak dur..
ama nedense öyle derin derin laflardan uzak, yok kalsın derinlikleriniz, ben sığlarda yüzen, kumsalda elinde uçurtmasıyla dolaşan amaçsız olayım diyorum.
huzur nasıl oluyorsa öyle yani.
yoksa kaldırıp kafamı ahkam kesmeyi de biliyorum. ama ben ''huzur'' istiyorum...
saçma sapan laflara, sırf sevdiğim insanlar diye susuyorum çoğu zaman.
mutlu olsun, boşver diyorum. ama biliyorum ki kafamı bardak yapsam,yapılanları kezzap...bardak da kafam da kalmayacak ortalıkta...
Şu olay var bi' de..
çok samimi değilsin,yeni tanışıyosun, dertleşmeye ihtiyacı var, seninse kafanda lunapark gürültüsü gibi sevimli ama kafa ağrıtan olaylar dönüyor.
dinliyormuş gibi yapıyorsun,sonra yorum bekliyor.
pat diye beklemediğin bi yerden soru soruyor.apışıp kalıyosun.sonra trip atıyor.
cinlerimin üstüme üstüme geldiği,içimden sövüp dışımdan sırıtmayı başarabildiğim an işte o an.
içimden, ''bi defol,nolur bi işin falan çıksın,kafam ağrıyor benim,ayıbına da kitabına da..'' derken,
dışımdan: ''pardon,dalmışım..ehe..'' gibisinden yapmacıklaşmak zorunda kalıyorsun.
gıcık aldığım insan tipidir, yapmacık insan.
zorla istemediğim kılıklara büründürüyorlar beni.

istemediğim kılıklar derken, Sherlock Holmes'un filmi geliyor yakında.
kitaplarda tanıtılan Sherlock Holmes; sarışın,uzun boylu, mavi gözlü bi adam. filmdekiyse tıfıl,esmer bir şey.
watsonla rolleri değiştirse olacak ama,kısa-esmer bi şey daha fırıldak,daha zeki görünür, bırak asilliğini falan* demiş olmalılar. her neyse işte, filmi görmeden bi önyargı oluştu. isterse şaheser yaratsınlar.büyük ihtimal beğenmem...(sen beğenirsen dünya kurtulacak bubuş.açlık falan kalmayacak, küresel ısınma falan da olmayacak..^^)
neyse,ben mutluyum.(zoraki) (zoraki tabip kimindi?moliere:s)(bkz:összede)

şu dövmeyi sevdim


boynuma böyle bi şey istiyorum.miniği tabii.ama tırsarım büyük ihtimal...
bi ukte daha...

(başlıkla ne alaka? diyen okurların merakını dindireyim. kebap içinde lahmacun nası mide bulandırıyor,mideyi alt üst ediyor ve karmaşıksa, bu yazı da öyle bi şey oldu. tek bi konudan bahsetme gibi bi olaya giremiyorum ama ben. aynı anda o kadar çok şey geçiyor ki şu beynimden.. hangisini yakalarsam:D)

fahişe

şarkıyı çok severim,ama bu yeni klibi hiç sevmedim.. çok basit,özensiz,anlamı dürten bir şey çıkmamış ortaya... bi sarışın kız,boş bi odada şarkı söyleyen adam, e hadi temaya uysun diye şarkı sonuna eklenmiş 3-5saniyelik bi deniz kenarında dolanış falan... ''sevdim seni,ama bi şekilde, hüzün var diye gözlerinde..'' derken teoman, kızın saçlarını elleriyle kenara itecek ve kızın gerçekten hüzünlü gözleri gösterilecek, ''hep kaçarken tek kişilik dünyayı ben artık nasıl severim?'' derken,kızın ayaklarından yukarıya,gölgesiyle orantılı bi çekim yapılacak, kız uzaklaştıkça,teo'da büyüyecek; derken kız arkasını dönüp,teo'ya hüzünlü bi gülücük atıp kendini suya atacak* gibi bir şey hayal ediyordum. karşılaştığım şeyse, ucuza gelsin diye güzelim şarkıyı berbat eden ucuz bir şeydi.böyle olacağına,hiç olmasaymış... neyse,ben kendi zihnimdeki kliple idare edeyim:p

Bu Blogda Ara