28 Aralık 2012 Cuma

I will try to fix you

eskiden ay ışığı izlenirdi,izleyenlerine romantik denirdi.şimdi mum ışığını izliyoruz dört duvar arasında.
yalnızlığımız mum ışığına yansıyor;kabullendiğimiz,kabullenip sevdiğimiz yalnızlığımızın artık kokusu var,artık daha hissedilebilir.gidip kokusunu seçiyoruz,mum kokusu seçmek insan kokusu seçmekten daha kolay çünkü...kalabalıklarda yabancılaşıp gülümsemelere bakakaldığımızda,gülümsemelere yanıt verme zorunluluğunu hissettiğimizde,
mutlu insanlardan kaçıp sessiz sokaklarda dolaşmayı tercih etsek de,sırnaşık bi kedinin kendini sevdirme işkencesine maruz kaldığımızda,daha fazla iteleyemediğimizi görüyoruz.sevgi bekliyorlar,içinde bir ışık olduğundan bahsediyorlar.sen o ışığın jeneratörlerce desteklendiğini ve tükeneceğini biliyorsun,onlar ay ışığı sanıyorlar,sonsuza inanıyorlar.sonrasında gülümsemelerden-uyum için- anlamını alıp suratımıza sürekli bir gülücük yapıştırıyoruz.
itelediğimiz şeyin kalabalıklar olduğunu düşünürüz en başta,sonra yapmacıklıklar silsilesini iteledim deriz,sonra benden başka olanları iteledim deriz,sonra da hayatı itelediğimizi görürüz.
ay ışığını göremiyoruz uçan binalardan,romantikliğimiz de duvarlara sıkıştı,ruhumuz gibi...
ama,hiç denemezsen asla bilemezsin.

ruhunu özgür bırak,mumları söndür,ay ışığına bak.




***********************************************************************************************************





burda dolaşırken,bu çalsın. 



1 Temmuz 2012 Pazar

Düşümdeki rüyaa a aa



Bir şiirden bir sözdeeen bir melodiden bir filmdeeen geçilip güzelleştirmedeeen hayat yaşanmıyorrr.
Sürekli kötü hissedersem,iyi hissettiğimde alacağım haz,normal durumdaki hazza göre çok daha fazla olacak.(marjinal fayda evet,evet.)hayatımı yaşanmaz kılarsam,yaşanılabilen anlar mucize gibi gelecek.

Çünkü ben,mucize istiyorum.iyi hissetmek istiyorum.iyilerin hepsini kendi tarafımda istiyorum.öylesine de bencilim.öylesine de doyumsuz.tepedeki yeşillik için yamaçtaki çalılık gibi gelmiyor kötü ruh hallerine meyillenmem,daha çok o çalılar çekici geliyor.mazoşizmim mutluluğu farklı şekillerde aramaya yönlendiriyor.ama işte cümlenin gelişi öyle,yani genelde insanların istediği şey bu,cümlenin de getirdiği gibi,'mutluluğu aramak'.(mutluluğu aramak; nasıl da bayağı,tatsız sakız ve diğer anlamını yitirmişlikleri ifade eden öbekler.)

Ama hayır,aranılan o değil.aranılan bilinmediği için o yok olmalar isteniyor,o yüzden yalnızlığa sürükleniliyor,o yüzden lambaların sensörleri bizi algıladığında mutlu oluyoruz,o denli de yalnızız. 
herkesin karanlığı kendine koyu.
ama bencillik,kibir,ego falan derken o yalnızlığı paylaşamıyor ve daha da gömülüyoruz.öylesine de seviyoruz yalnızlığı. Bu düzen bizi düzüyor,ve biz bunu kaçınılmaz bulup zevk almaya çalışıyoruz,her şeyden.bence biz daha fazla zevk için kaçınılmaz olduğunu düşünmek istiyoruz.her şeyin.yalnızlığı da aynı nedenle seviyoruz.
bazen olmaz mı,şefkatin en umulmadık anda bulunduğu? Olur..hep umulmadık anlarda olur.. biraz içince hayat tekme tokat dalmak yerine sanki bir an durup başımızı okşar mesela.hoşumuza gidince sevilen kedi gibi yerde debelenmeye götürürüz işi.

mutluluğu iyi hissetme hali olarak görecek olursak,kim ister ki sürekli iyi hissetmeyi? Sıkıcılaşmaz mı,her şey gibi? (bkz: nankörlük) (her şey falan diye genelleyeyim ki cümlenin alanı genişleyip daha fazla şey ifade ediyormuş gibi gelsin.sonuçta sen de hep daha fazlasını istemiyor musun okur?)

bu boooşluktaaaa insaaan naaapaaaar, canı sıkılıııır aya bakaaaar-demiyorum şarkıdaki gibi.bu boşlukta insan boşluğunu her şekilde dolduracak birini arar.(daha zeki olduğunu düşünenler biri yerine başka bi uğraş arar.ama herkes bir şekilde –birini- bi zaman gelir,yine arar.bunla ilgilenmiyor olsa dahi arar.çünkü diğer insanların sürekli bunu yaptığını görüp bunun nasıl bi şey olduğunu merak eder.)
Sonra o insanda öylesine kaybolur ki,bi başkasını sevmek için,bi başkası için yaratıldığını düşünür.yaptığı saçma şeylere anlam vermek için,bunun aşk nedeniyle olduğunu falan söyler.ama bu işin hikaye tarafı tabii,önemli olan anlamlandırmaktı,yoksa saçma hareketler ve arayışlar zincirinin adı aşk falan değildir.(kim tahmin eder ki bunu yazarken we found love dinleniliyor olsun?)başka bi insanı hayatının merkezine koyanlar,zamanla kendilerinden zorlama olmaksızın vazgeçtiklerini gördüklerinde çok geç olacak,bunu da bilirler.fark ettiklerinde de,bir şeyleri değiştirmek için çok geç olduğunu, değiştirirlerse sıfırdan başlamaları gerektiğini fark edip korkar ve süregelene devam ederler.bu da ruhu çöplük gibi kullanmaktan farksızdır.o çöplükler birikir de birikir,sindirilemez hale gelir.hayatı akışına bırakıp ne olacağını izlemeyi seçerler,kafaya takmayıp zevk almaya bakarlar,kurdukları düzene ayak ve başka şeylerini uydururlar.

bi erkek için uydurma kısmı daha kolaydır,çünkü erkekler sonuçları önemser,kadınlar aşamaları.

ama hiç fark edilmeyen şey, insanın hiçliğe ulaşamayacığıdır,hiçlik insan için algılanamaz bir şeydir,çünkü insan algılarıyla sınırlıdır.bu durumda –yok-luğun ne olduğunu bilmediğinden varlığın kıymetini bilmez.dolayısıyla hayat-ın bir kere verilen bir hediye olduğunu görmez ve düzeni,kendi tecavüzcüsünü sevmeye çalışarak bi ömrü harcar.(we found love in a hoooopeless placeeee 8)  )
şimdi o beyin düzleştiricisi kapansın,bunu dinleyin. 

6 Haziran 2012 Çarşamba

''Bütün bu yapısal zekâ geriliklerinin en önemli nedeni akraba evlilikleri. Maalesef ülkemizin genelinde akraba evliliği oranının yüzde yirmi üç, güneydoğu Anadolu’nun bazı şehirlerinde yüzde kırk sekiz, hatta İstanbul’da bile yüzde on beş civarında olması, nörogenetik programında yapmış olduğumuz bu çalışmaların, koruyucu hekimlik ve halk sağlığı açısından da çok önemli olduğunu gösteriyor.''
 o yüzden...

27 Mart 2012 Salı

Sherlock

Önceleri, o sadece yaşayan bir roman karakteriydi.Okuyucuyla bütünleşmesinin ardından hayata,hayattan sinemaya,sinemadan tv dizilerine kadar aktı.


Albay Ross,dostuma karşı hissettiği güvensizliği belli eden bir bakışla duruyordu, ama müfettişin yüzü merakla doluydu.
''Bunun önemli olduğunu mu düşünüyorsunuz?''diye sordu.
''Hem de çok.''
''Özellikle dikkatimi çekmek istediğiniz bir nokta var mı?''
''Köpeğin o geceki garip davranışları.''
''Ama köpek o gece bir şey yapmamış ki.''
''Garip olan da bu ya,'' dedi Sherlock Holmes.  (Sir Arthur Conan Doyle,Gümüş Şimşek.)

 Onun için 'hayali dedektif kahraman' demek çok zor.Çünkü kişiliği öylesine ustaca çizilmiş ki,gerçekte,1850lerin Londra'sında,Baker st. de yaşayan,pozitivist bir adam olduğunu düşünüyorsunuz.
Sherlock Holmes; morfin, kokain kullanan,tütüne baktığında yapım aşamalarını-türünü-hangi açıdan yakıldığını söyleyecek gözlem gücüne ve tütün bilgisine sahip,eskrimci,araştırmalarında tümdengelimi ağlatan,hiperaktif aynı zamanda olabildiğince soğuk,kibirli,çok iyi keman çalan,kadınlardan hazzetmeyen(Irene Adler dışında, ki bu fiziki aşk değil,yine zekaya duyulan aşktır.

 Watson ile olan yakıştırmalar da vardır,Watson evlendiğinde Holmes un kadından hoşlanmaması,kadının Holmes u kıskanmasını buna kanıt olarak gösterenler vardır.Kimilerine göreyse Watson ve Holmes arasındaki ilişki ileri derecede güzel bir dostluktan ibarettir)zeki,dahi vb hayranlık belirten sözcükleri hak eden bir kahraman olarak betimlenir.Watson ve Holmes'un tanışmaları,Afganistan'dan dönen asker ve aynı zamanda doktor olan Watson'ın,bir ev arkadaşı arayan Holmes ile karşılaşmasıyla başlar.Holmes,ilk romandaki tasvire göre tam bir İngilizdir.Uzun boylu,sarışın,mavi gözlere sahip,ince,zeki bir adam.






 Peki tüm olay,durum Sherlock Holmes ve Dr. Watson arasında mı geçiyor? Tabii ki hayır.Batman ın Jokeri varsa,Holmes un da Moriarty si var.Prof. James Moriarty, Holmes un darkside ı seçmiş hali. Moriarty, Holmes un ‘’kanunun diğer tarafında yer alsaydım en başarılı suçlu olurdum.’’ Sözünü duyup hikayeye dahil olmuyor tabii, onun hikayeye dahil oluşuyla Holmes’un ölümü arasında paralellik var.Tabii bu ölüm,Holmes hayranları tarafından büyük tepkiyle karşılaşıldığı için daha sonra binbir çeşit yöntemle olmamış gibi gösterilecek ve Holmes, Baker sokağındaki evinde Dr. Watson’la yaşamaya devam edecek.(yazar Holmes u hayata nasıl döndürdüyse aynı başarıyla Watson’ın eşini de öldürüyor ve baştaki huzurlu zamanlara geri dönülüyor.)Bunun dışında,Londra’da güvenliği Holmes mu sağlıyor canım,yok mu burada polis falan,neden Holmes’a bu denli gerek duyuluyor diye düşünecek olursanız da,yazar yanıtı olabildiğince açık bir şekilde size sunuyor.Çünkü Holmes ne denli zeki olarak tasvir edildiyse,Scotland Yard polis teşkilatı da aynı oranda salak olarak tasvir ediliyor.(örneğin müfettiş Lestrade.)Vakalara öncelikle polis gidiyor ve akıl yürütme yöntemlerinin uyuşukluğu ve işe yaramazlığı nedeniyle bir şekilde-tüm davalarda olmamak üzere-Holmes’a başvuruluyor.Zaten Holmes da hoşuna giden,ilginç bulduğu davalara bakıyor sadece.Sherlock Holmes’un uluslar arası vakalarda, Adam Smith’in gizli eli gibi bir gizli eli var.O da abisi Mycroft Holmes.  Mycroft, İngiliz hükümetinin vazgeçilemeyen adamı,Sherlock kadar üstün bir zeka ve gözlem kabiliyetine sahip,ancak Sherlock'un enerji ve dinamizminden yoksun,üşengeç bir adamdır.
Karakterin,kitaptan sinemaya akması


 Sherlock Holmes, yayınlandığı ilk günden beri okuyucunun ilgisini çeken,ilgiyle takip ettiği bir yazı dizisiydi.Okuyucunun bu ilgisi,sinemada da devam etti.Günümüze kadar,sayısız Holmes filmi çekildi.1916’da ilk Amerikan yapımı film Wm. Gillete in Sherlock Holmes çekildi.Yakın zamanda çekilen ve diğerlerine göre daha başarılı kabul edilen, Guy Ritchie’nin yönetmenliğini yaptığı 2009 yapımı Sherlock Holmes,bilmeyen-tanımayanların da ilgisini çekerek yeni dönem Sherlock Holmes ve suç bilimi ilgilisi hayran topluluğunu elde etti.Bu başarıda  Guy Ritchie ne kadar    başı çekiyorsa,baş roldeki Robert Downey Jr.  da seyircinin zevkle izlemesine neden oldu.Tabii ki bu filmi edebiyattan Sherlock’la tanışanlar çok da sevdi denemez.Çünkü betimlenen Sherlock her ne kadar boksta,kemanda başarılı olarak tasvir edilse de,tümdengelim vurgulanmamış,Sherlock Holmes tipindeki o asil İngiliz havasını, maskotumsu bir Amerikalı almıştı.Filmi kurtaran yine Guy Ritchie ve çekim teknikleri oldu.2011 devam filmiyse ilkinden daha başarısızdı.(benim kanaatimce.olay örgüsü zayıftı.)

Bunun aksine,her ne kadar günümüze uyarlandığı için önyargıyla yaklaşılsa da,izlendikten sonra belki de en iyi Sherlock versiyonu denebilecek bir seri çekiliyor ve çok titiz çalışılıyor.Dizinin ilk sezonu olarak 90'ar dakikalık 3 bölüm yayınlayan BBC,Hollywood’un kalitesine –hadi canım yaylan- demiş ve muhteşem bir iş çıkarmış.Bir nevi Sherlock u sahiplenmiş:)  Dizideki Sherlock karakterinin günümüze uyarlanışı o kadar başarılı olmuş ki,bu işi yapanların birer Sherlock hayranı oldukları ortada.Zaten yapımcılarla,yazarlarla yapılan röportajlarda onlar da bunu dile getiriyorlar. 1800lerde geçen o olayları bugünün teknolojisiyle birleştirmek zaten böyle bir ilgiyle,hassasiyetle,özenle gerçekleştirilebilir.Dizinin yapımcılığını,yazarlığını  Coupling'in yaratıcısı ve Doctor Who'nun yazarlarından Steven Moffat, Mark Gatiss ve Stephen Thompson ile birlikte kaleme almış. 



Sherlock Holmes’u Benedict Cumberbatch,Watson ‘ı Martin Freeman canlandırıyor.Benedict Cumberbatch,Sir Arthur Conan Doyle’un çizdiği Sherlock tiplemesinin neredeyse birebir kopyası.Cumberbatch,Sherlock’u kişisel özelliklerinin yanı sıra,tipik İngiliz havası ve dış görünümü itibariyle de tam anlamıyla temsil ediyor denebilir.(sivri hatlar hariç.)Ama işi abartıp o kadar da şekilci olmamak gerek,sonuçta ortaya çıkan iş kusursuza yakın mükemmeliyette.Watson’ı canlandıran Martin Freeman ile olan uyumu da diziye ayrı bir canlılık katıyor.

İlgilisine,izlememiş olanına fragman:

 





Ve son olarak,  Sherlock Holmes'un dizide tuttuğu blog, "Tümdengelim Bilimi"  burada





6 Mart 2012 Salı

Yaşam başka yerde

Sidik gibi akıyor gözlerinden bakışların.Kurşuna diziyorum aptal düşüncelerinin ürkek serçelerini.Bacaklarının arasında bir alay kurbağanın zıpladığı bir göl var...


..sevgililer birbirlerine yapışır ve ne yürüyebilen,ne hareket edebilen bir tek varlık oluştururcasına kucaklaşıyorlar ve yavaş yavaş, zamana karşı koyarak sonsuza dek varolan hareketsiz bir bitkiye dönüşüyorlardı.

Milan Kundera,Yaşam Başka Yerde.

27 Şubat 2012 Pazartesi

25 Şubat 2012 Cumartesi

Bazen toplum koooca bi döl israfı gibi geliyor.yani yok mudur tüm insanlığın bi süreliğine dünyayı boşalttığı,dünyanın keyfini çıkarabileceğimiz anlar?
yok.niye yok?

18 Şubat 2012 Cumartesi

4 Şubat 2012 Cumartesi


-when she was just a giiiirl ,she expected the woooorld..

fahişe

şarkıyı çok severim,ama bu yeni klibi hiç sevmedim.. çok basit,özensiz,anlamı dürten bir şey çıkmamış ortaya... bi sarışın kız,boş bi odada şarkı söyleyen adam, e hadi temaya uysun diye şarkı sonuna eklenmiş 3-5saniyelik bi deniz kenarında dolanış falan... ''sevdim seni,ama bi şekilde, hüzün var diye gözlerinde..'' derken teoman, kızın saçlarını elleriyle kenara itecek ve kızın gerçekten hüzünlü gözleri gösterilecek, ''hep kaçarken tek kişilik dünyayı ben artık nasıl severim?'' derken,kızın ayaklarından yukarıya,gölgesiyle orantılı bi çekim yapılacak, kız uzaklaştıkça,teo'da büyüyecek; derken kız arkasını dönüp,teo'ya hüzünlü bi gülücük atıp kendini suya atacak* gibi bir şey hayal ediyordum. karşılaştığım şeyse, ucuza gelsin diye güzelim şarkıyı berbat eden ucuz bir şeydi.böyle olacağına,hiç olmasaymış... neyse,ben kendi zihnimdeki kliple idare edeyim:p

Bu Blogda Ara